Vali Recep Yazıcıoğlu yazısını O'nu çok iyi tanıyan, Tokat'ta görev yaptığı yıllarda ANAVATAN Partisi Tokat Milletvekili olan , Devlet Eski Bakanlarımızdan Sayın Metin GÜRDERE'den dinleyerek tamamlamak istedim. O da bizi kırmayarak hem bizimle konuştu hem de düşüncelerini yazıya aktarma nezaketi gösterdi. Esasında Sayın GÜRDERE'nin, bu anılarını kendisinin Siyasi Hayatı ile ilgili hazırlamaya başladığı eserinin içinde daha da teferruatlı bir şekilde aktaracağından eminim. Bu vesile ile Tokat Valileri yazımıza göstermiş olduğu ilgi ve katkıdan dolayı Danişmend Gazetesi sütunlarından şahsına teşekkür ve saygılarımı iletiyorum. Ve sözü Sayın GÜRDERE'ye bırakıyorum: “1984 yerel seçimlerinden sonra bazı illerin valileri değişti. Tokat valisi Çetin Birmek de görevden alındı, Bolu Akçakoca Kaymakamı Recep Yazıcıoğlu Tokat Valisi oldu.
O yerel seçimlerde yeni Tokat Belediye Başkanı seçilmiş olan Hüdai Sayıbaş Recep Yazıcıoğlu ile ilk karşılaşmasını bakın nasıl anlatıyor:
Yeni valiyi Tokat'a geleceği gün şehir dışında karşılamak istedim. Daha sonra Tokat valisi olacak Mehmet Gündoğdu o dönem Tokat Emniyet Müdürü idi. Ondan Vali Bey Turhal Kuruçay'dan il sınırları içine girince haber vermesini rica ettim. Mehmet Bey haber verince de hemen yola çıktım. Kalaycık Köyü'ne yakın rastlaştık. O zaman yol tek şerit, bizim durduğumuzu görünce aracımı tanıyan vali makam aracının sürücüsü de durdu. Araçtan inip karşıya, Vali Bey'in makam aracının yanına gittim. Arkada bir genç oturuyordu, şaşırdım;
“Vali Bey'le görüşecektim” diyebildim.
“Buyurun, benim” dedi.
Yeni vali alışılagelmiş vali tipine hiç uymuyordu. Alışılagelmiş vali tipi yaşı ellinin üzerinde, tabir yerinde olursa ense kulak yerinde, ciddi görünümlü insan. Recep Bey ince, zayıf görüntülü, olduğundan da genç görünen bir insan. Bizim devlet geleneğimizde vali ve temsil ettiği makam çok önemlidir. Vali devleti temsil eder. Devlet işleri ciddi işlerdir. Valiler şahısları ve makam olumsuz etkilenmesin diye çok dikkatli ve kontrollü davranırlar. Protokol uygulamaları da herkesi (başta vali) bu havaya sokma yöntemidir. Recep Bey bir protokol valisi değildi. Rahattı, içinden nasıl geliyorsa öyle davranıyordu. İçindeki neyse dilindeki de oydu. Yaşı, görünüşü, davranışları vali olarak ciddiye alınmasını olumsuz etkileyebilirdi. Ama O farklı bir yöntemle diğer valilere göre daha da fazla otorite sağladı.
Hatalı davranan bürokratları hemen açığa alıyordu. Açığa almayı amaç değil, araç olarak gördüğü için bir süre sonra göreve iade ediyordu. Bu daha önce yaygın bir uygulama değildi. Hemen etkisini gösterdi. Vali Bey'in “ben sizin bildiğiniz valilerden değilim” mesajı ulaşacağı yerlere ulaşmıştı. Zamanla daha iyi tanıyınca anlayacaktık ki O her şeyden önce bir Karadenizli idi. İyi niyetli, kaprissiz komplekssiz, içten pazarlıklı olmayan, yalın bir insandı. Her Karadenizli gibi mizah zekâsı çok gelişmişti. Olaylardaki çelişkileri çok güzel yakalıyor, mizah yoluyla bunları eleştiriyordu. Her konunun mizahla eleştirilecek bir yönünü buluyordu. Bazen kantarın topunu kaçırıp yukarıdakileri bile eleştiriyordu. Bir seferinde 12 Eylül sonrası siyasete yeniden dönmüş olan Süleyman Demirel'e bile atmış, tutmuştu. Hürriyet Gazetesi bunu haber yapınca Demirel'den özür dileyerek durumu düzeltti. Söyledikleri çoğu zaman herkesin hak vereceği doğru sözlerdi. Halk O'nun böyle konuşmalarına bayılıyordu. Ama bundan rahatsız olanlar da vardı. Ankara konuşan vali istemez. Konuşmalarından rahatsızlıklarını bana da dile getiriyorlardı. Yine bir gün ileri, geri konuşup, içişleri bakanlarından Mustafa Kalemli'yi;
“Koparacağım o herifin kafasını” dedirtecek kadar kızdırdığını hatırlıyorum. Ankara'yı kötü niyetli olmadığını anlatarak yatıştırmaya, kendisine de; “Yapma, böyle konuşma, sen de zor durumda kalıyorsun, biz de” diyerek frenlemeye çalışıyorduk. Daha dikkatli davranacağını söylerdi ama, arada (belki de öğleden sonraları) yine aynı şey. “Aramızda bir işaret belirleyelim, konuşurken çok ileri gidersen ben karşında onu yapayım, sen de durumumu toparla” derdim, gülüşürdük. Hatta bazen işaret yaptığım bile olurdu, kararlaştırdığımızı hatırlar, konuşurken gülümserdi. O'nun hikâyesi aslında “Karadenizli'nin biri vali olmuş” fıkrası gibi idi.
Devlet işlerinde ve vali olarak kendi konumu ile ilgili konularda çok ciddi ve iddialıydı. Valilerin seçimle işbaşına gelmesi, ilde yapılacak yatırım programlarının Ankara'da değil, o ilde tabi ki valilerce yapılması gibi düşünceleri vardı. İlde en etkili tek kişi olmak istiyordu. Bu kendisine özel kişisel bir istek olmaktan öte makamla ilgili bir geleneğin uzantısıydı. Vali, kaymakam gibi yöneticilerde ve askerlerde böyle bir anlayış vardır. Siyasetçileri haksız, yanlış ve uygunsuz işler yapmaya meyilli kişiler olarak görürler. Kendilerinin de bunlara meydan vermeyip, önlemesi gereken kişiler olduklarını düşünürler. Bu sebepten, ilin (askerlerde ülkenin) tek söz sahibi olarak duruma hâkim olmak için “siyasetçi karşısında dik durmak” gibi havalara girerler.
Recep Bey'de de bu hava vardı. İlde hep ön planda olmak isterdi. Ama hayatın gerçekleri bazen buna uymazdı. Yaptığı işlerden veya aldığı kararlardan olumsuz etkilenenler bize geliyordu. Biz de yaptığı işten vazgeçmesini veya kararını değiştirmesini isterdik. Bu sebepten zaman, zaman çatışırdık. Bunun dışında yakın arkadaştık. Kapalı kapıların arkasında ya kavga ederdik, ya duyduğumuz son fıkraları anlatırdık. Yıllar sonra bir yaz Didim'de ki yazlığıma gitmiştim. O sırada O da Aydın Valisi idi. Beni yemeğe davet etti, eski günleri konuştuk. Aydın'da Tokat' ta ki havadan eser yoktu, bütün milletvekilleri O'na karşıydı. Sıkıntılı günler yaşıyordu, bana dert yandı; “Seninle yaptığımız kavgaları bile özlüyorum” dedi.
Zaman, zaman kapalı kapılar arkasında kavga etsek de hiçbir zaman aleyhinde olmadım. Milletvekillerine rağmen kimse bir ilde beş yıl valilik de yapamaz iş de yapamaz. Nitekim Aydın'da yapamadı. Memleketime hizmet etmek, bir şeyler yapmak için siyasete girmiştim. Yapacak çok iş vardı. O da Tokat'a bir şeyler yapmak, bir şeyler kazandırmak için çalışıyordu. Yarın bırakıp gidecek, yaptıkları Tokat'ta kalacaktı. (Nitekim de öyle oldu). Kavga etmenin ne ona ne bana kazandıracağı bir şey yoktu. Ne diye kavga edecektim ki? Kaldı ki iş hayatından gelmiş olduğumdan benim için asıl olan işle uğraşmaktı. İnsanlarla uğraşmanın kimseye bir yararı olmayacağını iş hayatından biliyordum.
Bana düşen Tokat'a yapmak istedikleri için O'na yardımcı olmaktı. Ben de onu yaptım.
Beraber açılışlara giderdik, insanlar açılışı yapılan iş için Recep Bey'e teşekkür ettiklerinde;
“Arkadaşlar bu işleri cebimizden yapmıyoruz, milletvekillerimizin Ankara'dan gönderdiği paralarla yaptırıyoruz” derdi. Fakat daha çok bize oy vermemiş veya muhalif olan hemşerilerimizdeki genel hava (öyle söylemeseler bile); “Boş ver Metin Gürdere'yi de diğer milletvekillerini de, en büyük sensin” şeklinde olurdu. (Başka türlü olsa şaşardım. Hemşerisine sahip çıkacağına karşı çıkmak Tokat geleneğidir.)
Pek çok insan benim ve diğer milletvekili arkadaşlarımın karşısında valiyi ön plana çıkararak bize karşı yaşadıkları siyasi yenilgiden doğan komplekslerini tatmine çalışırdı. Bunun izlerini günümüzde bile görmek mümkündür.