Erdemli insan olabilmenin temel özelliklerinden biri de, düşmanınız olsa bile karşınızdaki insanların hakkını vermektir. Sizin iyi yanlarınızı öne çıkaranları bağrınıza basarken, eksiklerinizi, yanlışlarınızı, bıraktığınız boşluklarınızı söyleyen gerçek dostlarınızı çevrenizden uzaklaştırma eğiliminiz varsa, ahlâk ve erdemle dost olduğunuzu söylemenizin anlamı yoktur.
Erdemli olmanın ilk adımı, başkalarının yaşama hakkının bilincinde olmak; yaşam zenginliği üretimine katkı yapan herkesle işbirliği, güç birliği yapabilmektir.
Erdemli olmanın temel dayanağı “kendinde fren koyabilme” ilkesidir. Şişirilmiş egosuyla başa çıkmayan hiç kimse, erdem denizinin limanlarına insan yaşamını zenginleştirecek yük taşıyamaz.
Mevlana, Hacı Bektaş, Yunus Emre gibi ulu kültür çınarlarının kendimizle baş edebilmeye ilişkin öğütlerini yazılarımızda sıklıkla paylaşıyoruz. Gelin, günümüz ozanlarından Murtaza Şirin'in dörtlüğünü alıcı bir ruhla okuyalım:
“Marifet mi seni seveni sevmek
Seni sevmeyeni sev de göreyim
İnsanlık mı yanlış bir dostu övmek
Bir dürüst düşmanı öv de göreyim”
“Düşmanını öğretmen yapma” öğüdü bütün Asya toplumlarının kültür derinliklerinde var. Bizim kültürümüzde de rakibiyle işbirliğini yapmanın yararı “ düşmanını cebinde taşı” özdeyişiyle nesilden nesle aktarılır. Çevremizdeki insanların makamı, mevkii ve konumu ne olursa olsun, bir “dürüst düşmanı övme” özgüveninin olup olmadığına bakarak, onların kişilik değerlerini ,erdemlilik düzeylerini, yaratıcı özgüvene sahip olup olmadıklarını ölçebiliriz.
Sürekli “düşman yaratmak”, aykırı düşünenleri “şeytanlaştırmak”, insanları “kapsayıcı” bir anlayışla “anlamaya” çalışmak yerine “ayrıştırarak” kendi taraftarımızı konsolide etmeye çabalamak birilerinin “kusuru” olabilir, ama asıl kusur toplumu yanlış yönlerde götürenlerin arkasında duran; onlara sorgusuz alkış tutanlardadır.
Yılın bu ilk haftasında bir tenha zamanda kendimize, “erdemli bir insan olmanın neresinde duruyorum” sorusunu yöneltelim. Sorunun yanıtını başka kimse bilmesin, biz bilelim, yeter….