Neden herşeyi ve herkesi olduğu gibi, kendi değer ve düşün birikimleriyle kabullenmeyiz ki?
..ve neden çevremizdekileri kendi düşüncemiz ve değer ölçülerimiz düzleminde görmeye çabalarız ki?
Herkes bizim gibi olmak zorunda mı?
Ya da biz başkaları gibi olmak zorunda mıyız?
Kim kimden daha üstün, kim kimden daha çok değerli?
Kim önemli, kim önemsiz?
Tüm bu soruların yanıtını aramak yersiz..
İnsanları ya da insan gruplarını tanımaya, anlamaya çalışırken ben/biz merkezli körlük içinde hareket etmek bireyler arasında olumsuzluklar yaratacağı gibi toplumsal huzura ve iç barışa da zarar veriyor.
Varlıklı dar gelirliyi,
kentli köylüyü küçümsüyor. Kendini A inanç grubunda sayanlar B inanç grubunu küçümsüyor, değersizleştirmeye çalışıyor hatta daha ileri giderek karalıyor ve kötülüyor. Ne yazık ki, siyasette de çok belirgin biçimde yaşanıyor karalama, kötüleme ve ötekileştirme..
Bir soyun diğer soylardan üstünlüğünü
kabul eden binlerce, milyonlarca insan tanıyoruz..
"Ben/biz ve ötekiler" anlayışından uzaklaşılmadıkça ne Dünya'da ne de ülkemizde sürekli barış ve huzurdan söz edemeyiz..
Karalama, önemsizleştirme, değersizleştirme, ötekileştirme..
Bu düşünce ve tutum yapısı olumsuz toplumsal süreçleri yaratacağı gibi ülke bağımsızlığının da en büyük tehdididir..
Uygarlaşma süreçlerini tamamlamış ülkeler, bağımsızlıklarını korumak için karalama, kötüleme ve ötekileştirmeye başvurmayan ve ulusal güvenlik, iç barış, adil gelir dağılımı ve toplumsal birliği başarmış toplumlardan oluşur.
Yalanla dolanla, çamur atmayla, kötüleme ve karalamayla hiç kimse, hiç bir kurum olumlu bir sonuca ulaşamaz. Bu olası da değildir.
Kim başkasını karalıyorsa, kötülediği kendi varlığından başka bir şey değildir.
Eleştiri ve öz eleştiri, çağdaş ve uygar toplumlarda ilk başvurulan tutum biçimidir. Dolayısıyla, karalama yerine eleştiri mekanizması geliştirilirken kuşkusuz, öz eleştiri de kaçınılmaz kılınmalıdır.
Daha yaşanılası, adil, çağdaş ve uygar bir Dünya'da birlikte olmak dileğiyle..