Peki, Niksar dışında pazarlar içinde en canlısı hangisiydi?
Erbaa, Reşadiye, Akkuş, Perşembe… Pazarların en canlısı Erbaa pazarıydı. Niksar ile Erbaa'yı karşılaştırdığımızda Niksar'ın durumu ile Erbaa'nın durumu çok farklıydı. Esnaf olarak bütün Niksar'ın esnafı Erbaa'daydı. Erbaa'nın köyleri çok fazlaydı, köylü nüfusu fazlaydı. Onun için özellikle pazardan alışveriş yaparlardı. Bir de Erbaa çarşısında dükkânlar azdı veya kapalı oluyordu. Erbaa'nın esnafı halk tarafından sevilmiyordu ve iş yapamıyorlardı. Sebzesi olsun, meyvesi olsun, giyeceği olsun satılmıyor bekliyordu. Şimdi ise işler tersine döndü, Erbaa esnafı müşteriyi memnun ediyor ve kendisine çekiyor. Niksar'ın Erbaa tarafındaki köyleri hatta Niksarlılar Erbaa'ya alışverişe gidiyorlar.
Mutaassıp asker hikâyesini anlatır mısınız?
Biz 1955 yılında babamın üzerine bir dükkân açmıştık, şimdi o dükkânda Ahmet Boynudelik çalışıyor. O dükkânın bir bölümünde de kara lastik satıyorduk. Hiç unutmam askere gidecektim ama ben hala lastik sandığının üzerine çıkmış lastik satıyordum. Bana seslendiler: “Hadi otobüs kalkıyor” dediler. Sandığın üzerinden indim, çantamı aldım koşarak otobüse bindim ve askere gittim.
Askerde belli bir süre sonra bir üsteğmen ile tanıştık. Beni bazı testlere tabi tuttu herhalde ki beni çok sevdi. Bir erat subay tarafından yemeğe alınmaz ama o beni yemeğe davet etti. Bu akşam seni kesinlikle yemeğe bekliyorum dedi. Tabii ben o günkü nöbetçi subayından izin aldım o da tanıyordu üsteğmeni zaten. Üsteğmenin evine gittim bu arada bir de yüzbaşı var. Onu da yemeğe davet etmiş herhalde beni tanıştıracak. Yemeği yedikten sonra oturuyoruz. Üsteğmenin hanımı bana bir soru sordu: “Mutaassıp mısınız?” diye. Ben mutaassıbın ne manaya geldiğini bilmiyorum. İlk defa ondan duydum, bilmediğim için duymamazlıktan geldim yani cevap vermedim. Ama bayan ısrar etti, bir daha sordu: “Mutaassıp mısınız?” dedi. “Evet evet” dedim ben bildiğimden değil tabii. Ertesi günü taburda arkadaşlarıma sordum mutaassıp ne demek dedim. O zaman arkadaşlarım: “Kapalı mısınız? demek” dediler. O zaman ben de iyi yanlış cevap vermemişim dedim. Askerliğimi Van'da yapmıştım, 1955'te gittim '57 de geri döndüm. Askerlik bitince Kurtalan'dan trene bindim, Sivas'a geldim. Oradan da Tokat'a geldim. Tokat'ta hasbelkader motosikletle İsmet Özden gelmiş onunla karşılaştım. Sarıldık sarmaş dolaş olduk. Seni ben Niksar'a götüreceğim dedi. O öyle deyince çok sevindim tabii ki motosikletin arkasına bindim, Niksar'a doğru hareket ettik. Tabii yollar stabilize, asfalt yok. Niksar'a geldiğimizde ne onun ne de benim tanınacak halimiz yoktu. Tozdan bembeyaz olmuştuk.
Askerden döndükten sonra Muhlis Başsoy ile ortak kunduracılık yapmayı planladık. Dürüst bir arkadaştı, kafamız da uyuşuyordu. Onunla ortaklık yapacağımı duyunca Ustam beni çağırdı, “Seninle beraber dükkân açacağız” dedi. Ustamdan 500 lira alacağım vardı. Askerden önce biriktirmiştim onda duruyordu. Askere 100 lira ile gittim, 100 lira ile geldim. Ne yaptım çavuş oldum maaşımı kullanmadım, sigara veriyorlardı ben sigara içmediğim için onu sattım, sabunumu dikkatli kullandım fazla olanı sattım, onlarla geçimimi sağladım. 100 liraya hiç dokunmadım geri getirdim. Ustamın teklifini kabul ettim. O, 4000 lira ben de alacağım olan 500 lirayı kattım, 4500 lira sermayeli işyerini kurduk.
Ahmet Gülcü ile ortaklık
Ustam Hüseyin Gülcü ortak açtığımız yeni işyerinde oğlu Ahmet Gülcü ile birlikte çalışmamızı istemişti. Ahmet Gülcü ile birbirimize karşı çok saygılı idik. Hiçbir sıkıntımız, sorunumuz olmadan birlikte iş yaptık. Hiç çıtımız çıkmadan, birbirimize saygılı, bağlı ve dürüst olarak çalıştık. Mesela bir şey aldığımızda, yiyecek sebze meyve aldığımızda; ben ona sen böl derdim, o bana sen böl derdi. En sonunda aramızda tarafsız olan çalışan elemanı çağırır, ona böldürürdük. Yani yanımızdaki işçi bölerdi, o kadar birbirimize saygılı bir ortaklık yaptık. Bu işyerini Çarşıbaşı'nda yukarı İş Bankası'nın hemen altındaki taş bir bina olan dükkânda (Şimdi orada Bülent Yıldırım var ve yoğurt süt ürünleri satılıyor) açtık. O dükkân “Mevsim Mağazası” adıyla tanındı, ben bu ismi hiç bırakmadım. Tokat'tan Erbaa'dan Reşadiye'den gelenler şu nerede var dedikleri zaman, Mevsim Mağazası'nda var diye isim yapmıştık. O küçücük tuhafiye dükkânında her şeyi jilet bıçağında tut ayakkabıya, cekete, pantolona kazağa varana kadar her şeyi bulunduruyorduk. Yani yok diye bir şey yoktu. Mevsim mağazaları olarak o zaman açmıştık, isim yapmıştık hala devam ediyor.
Dört ortaklı yeni işyeri
1966 yılında Burhanettin Özbay, Yücel Çoroğlu, Ahmet Gülcü ve ben 4 ortak beyaz eşya ve mobilya üzerine dükkân açtık. 1966'dan 1974'e kadar 8 yıl devam etti. Singer dikiş makineleri, beyaz eşya, mobilya, her şey vardı. Ancak 1974'te biz diğer dükkânı mecburiyetten aşağıya kendi mülkiyetimiz olan yere yani Ziraat Bankası'nın karşısına taşıyınca dört ortaklı mağazayla ilişkimiz koptu, ilgilenemez olduk ve 4 ortak ayrıldık. Biz Ahmet Gülcü ile Mevsim mağazalarında yola devam ettik.
Ve kendi aile şirketiniz
1978'de Ahmet Gülcü vefat edince oğulları ile ortaklığı sürdüremedik ve 1979 Aralık sonu itibariyle ortaklığımız sona erdi ben kendi oğullarımla limitet şirket kurarak mevsim mağazalarını devam ettirdim, günümüze kadar getirdim. İlk mağazamız Çarşıbaşı'nda idi. Sonra Ortaçarşı'da Ziraat Bankasının karşısındaki kendi yerimize taşındık. Ondan sonra Keşfi meydanına ve 1990 yılında da Zeytindibi'nde şimdiki mağazamıza geldik...
Niksar'a ilk televizyonu getirişinizi anlatır mısınız?
İlk yayın 1974 yılında idi. 1967-68 yıllarında bu televizyon olayları çıktığı zaman Teknik Üniversite İstanbul'da belirli saatlerde yayın yapıyordu. O zamanlar Niksar'da televizyonun adı sanı yoktu. Yayınlar daha geniş alanlara ulaşmaya başlayınca Philips firması bize tanıtım amacıyla hediye olarak bir televizyon gönderdi. O günün parasıyla 2500 lira değer biçip, vitrine koyduk duruyor. Yayın yok ki bu televizyonu alan yok soran yok. O sırada dört ortak yukarı dükkândayız. Yücel Çoroğlu: “Bu televizyonu ben alayım” dedi. Kaç lira dedi, iki bin beş yüz lira ver senin olsun dedik, aldı ve evine götürdü. Ondan bir yıl sonra Ziraat Bankası'nın karşısına gelmiştik. 4700 lira hiç unutmuyorum televizyonun alış fiyatı idi. Biz, Grundig markadan başladık televizyon satmaya Tabii bu arada millet soruyor televizyon ne zaman gelecek diye. Biz de bir televizyonu getirip vitrine koyduk, elektriği bağladık. Sadece karlanma karıncalanma var, onu seyrettirdik. Ziraat Bankası'nın merdivenlerine geçen belki 200 kişi karşıda bizim mağazanın vitrinindeki televizyona bakıyordu. . 1974 yılının sonlarında Tahir Üngör ilk yayını gerçekleştirmişti. Sattığımız televizyonlarımızın montajını da o yapıyor, antenlerini takıyordu. Televizyon vericisini de yansıtıcısını da o yapmış, yayınları o sağlamıştı.