Haziran… Yazın ilk soluğu. Gökyüzü, sanki gece boyunca düşündüğü bir şeyi hâlâ söyleyememiş gibi griye boyanmış; yeryüzü ise yeşilin her tonunu yeniden icat etmiş gibi. Yağmur, toprağa usulca değdikçe, o eski kitapların arasına saklanmış çocukluk anıları gibi bir koku yükseliyor. İnsanın içine işleyen, derin, tanıdık bir şey… Belki de doğanın, insana söylediği en yalın şiir.
Ünal, sabahın kör vaktinde gözlerini araladığında, pencereyi yağmur dövüyordu. Damlalar, camdan süzülürken içindeki bir kıpırtıya denk düştü. Bu, Haziran’ın ta kendisiydi. Sessiz, derin ve umut dolu. Evin içinde bir ses yankılandı o sırada: Hanife’nin sesi. Mutfağa sinmiş kahve kokusuyla birlikte şarkı söylüyordu. İncecikten, ama yürekten.
Hanife’nin sesi, evin duvarlarını değil, Ünal’ın içini ısıtıyordu. Bir başka insandı Hanife. Dostluklarına, sözlerine, sevdiklerine verdiği değer; insanın insana iyi geldiği zamanları hatırlatırdı. Gülümsemesiyle hayatı çoğaltan, bir çiçeğin yaprağındaki suyu fark eden bir bakışı vardı.
“Bugün bir şeyler yapalım,” dedi kahvaltı masasında otururken. “Yağmur var, ama bu dışarı çıkmaya engel değil. Belki yürürüz, belki bir kafede sıcak çikolatada buluruz kendimizi.”
Ünal başını salladı, gülümsedi. Hanife’nin her yeni fikri, yeni bir pencere açardı. Hayat, onunla her sabah yeniden başlardı sanki.
Yağmurlu sokaklara çıktılar. Hanife, şemsiyesini açarken Ünal’ın elini tuttu. Yağmur, kimine göre ıslaklık, onlara göre çocukluktu. Islanmak bile güzeldi birlikteyken.
Bir sokak lambasının altında durdu Hanife, başını gökyüzüne kaldırdı.
“Bu yağmurun da bir sebebi var, biliyor musun?” dedi. “Her damla toprağa bir şey katıyor. İnsan da bazen yeniden başlamak için böyle bir yağmura ihtiyaç duyar.”
Ünal, onun bu derinliğine hayrandı. Gözlerini ondan alamadı.
İlerlediler. Parkın kenarından geçerken, bir ağacın dibinde çamura bulaşmış birkaç kırmızı karanfil gördüler. Hanife eğildi, çiçeği okşar gibi baktı. “Gezi zamanı, yağmur da böyleydi,” dedi yavaşça. “Ama insanlar, korkmadan, usanmadan direnmişti. Bir ağacın dalları için, bir kuşun kanadı için, çocukların gülümsemesi için...”
Ünal bir şey demedi. O günleri düşündü. Kalabalığın içinde susan ama direnen insanları. O yağmurda da umut vardı. O yüzden bu Haziran, yalnızca mevsim değil; bir hatırlayıştı, bir saygıydı.
Bir süre sonra, Umut kafeye vardılar. İçerisi sıcaktı, dışarının aksine. Hanife oturur oturmaz, gözlerini uzaklara dikti. Camın ardından yağmurun toprağa düşüşünü izliyordu. Sonra, hafifçe konuştu: “Biliyor musun, bazen her şey üst üste gelir. Hayat, sanki sırtına tüm yükünü bir anda yığar. Ama işte… tam da o anlarda insan, içindeki asıl gücü keşfeder. O direnen yanını. İçindeki baharı...”
Ünal, onun sesine kulak kesildi. Hanife'nin sözleri, sadece bir sohbet değil, yaşanmışlıkların özeti gibiydi. Bir süre sustular. Yağmur, camda sessiz bir beste çalıyordu.
“Ben,” dedi Hanife birden, “umudu mücadelede bulanlardanım. Yani hayat kolay olacak diye söz vermedi bize. Ama biz yine de adım attık. Her sabah yeniden kalktık, her düşüşten sonra birbirimize sarılıp yeniden başladık. Bu, bir tercih değildi belki; ama bir inançtı. Hayata dair.”
Ünal başını eğdi, sonra gülümsedi. “Ben de o yüzden yanındayım. Çünkü sen vazgeçmeyi değil, yeniden başlamayı öğrettin bana. Ve bu Haziran, işte o başlangıcın ayı. Taze, dirençli, ısrarlı.”
Hanife başını kaldırdı, gözleri parlıyordu. “Biliyor musun, bu yağmur geçecek. Ve biz, güneşi ellerimizle karşılayacağız. Belki zor olacak, belki yorgun düşeceğiz. Ama bir ağacın kökü gibi toprağa sarılıp, büyüyeceğiz. Çünkü bizim hikâyemiz sadece bir sevda değil, aynı zamanda bir mücadele.”
Kafe, dışarıdaki yağmurun tınısıyla doluydu. İçeride ise iki insan, göz göze bakarak kendi sessizliklerinde bir sözsüz anlaşma kuruyordu. Yağmur dinince kalktılar.
Yürürken, her damlanın içinde bir umut taşıdıklarını biliyorlardı. Haziran yalnızca bir mevsim değildi artık; bir direnişin, bir sevdanın ve bir yeniden doğuşun adıydı.
Evrenin binbir durumu içinden -her öne çıkanı değil- daha soycul,daha evrensel bir olguyu seçmek ve onu uçlandırmak bu öykünün iki eşit öznesinin yaşama bakışını imliyor. Geçmiş - şimdi bağlamında bir yol yürüyüşü.Tutsak insan, tutsak yaşam kavramlarından sıyrılışın kutsanışına değgin yetkin bir dil kurmuş Sevgili Gürel SÜRÜCÜ...Aşkı sonsuza vurmada ortaklaşa uğraşın rengini bulduğunu söylemek olası. Kimileyin böyle bir iklimde gelir büyük mutluluklar.... Öyküyü keyifle okudum. Özen'e / emeğe erdemle.
Merhaba Necdet Hocam, Değerlendirmeniz için teşekkürler. Sevgi ve dostlukla.