Nisan ayının ilk günüydü. Baharın serin esintisiyle ısınan toprak, doğanın yeniden doğuşunu fısıldıyor, güneş puslu gökyüzünün ardından usulca yüzünü gösteriyordu. Şehrin sokakları kışın ağırlığını üzerinden atmış, sabahın ilk saatleriyle birlikte canlı bir telaşa bürünmüştü. Kuş sesleri, tomurcuklanan dalların arasında yankılanıyor; kaldırım taşları arasında filizlenen küçük otlar bile baharın coşkusuna eşlik ediyordu.
Parkın kuytu köşesindeki eski bir bankta, Nisa oturuyordu. Elinde tuttuğu küçük, koyu kırmızı bir taş, güneş ışığında parlıyor, sanki içinde gizli bir hikâyeyi anlatmak ister gibiydi. Musa yanına geldiğinde, Nisa gözlerini taşın üzerinde gezdirerek konuştu: “Musa, hiç akik taşını duymuş muydun?” dedi, taşı ona uzatarak.
Musa, şaşkın ve meraklı bir ifadeyle taşa baktı. “Elbette. Ama bu kadar parlak, bu kadar canlısını ilk kez görüyorum. Neymiş bu taşın hikmeti?”
Nisa, gözlerini kısarak hafifçe gülümsedi. “Rivayete göre, bu taş, dili olanı konuşturur, suskun olanın içine su serpermiş. İletişimi güçlendirir, insanın iç huzurunu bulmasına yardımcı olurmuş.”
Parmağıyla taşı okşarken devam etti: “Bilirsin, en güzel şakalar da aynı bu taş gibidir. Sadece gülmek için değil, insanın kalbine dokunabilmek için yapılır.”
Musa, göz ucuyla Nisa’ya bakarak sırıttı. “Demek ki bir şakanın sırrı da akik taşında gizli.”
Parkın diğer ucunda, seğürten çocukların neşeli çığlıkları yankılanıyor, yaşlılar çınar ağacının gölgesinde çaylarını yudumluyordu. Serçeler, banklar arasında hopluyor, uzaktan bir simitçinin sesi duyuluyordu. Rüzgâr, dalları usulca sallarken çiçeklerin kokusunu taşıyordu.
Musa, bakışlarını kalabalığa çevirip sordu: “Peki ya bu 1 Nisan şakası nereden çıkmış biliyor musun?”
Nisa gözlerini devirdi. “Elbette biliyorum, ama yine de senden dinlemek isterim.”
Musa derin bir nefes aldı. “Rivayet odur ki, 16. yüzyılda Fransa’da yılbaşı, 1 Nisan’da kutlanırmış. Ta ki Papa XIII. Gregorius, 1582’de Gregoryen takvimini yürürlüğe sokup yılbaşını 1 Ocak’a çekene kadar. Bu değişikliği kabul etmeyenler ya da haberi olmayanlar, hâlâ 1 Nisan’da yeni yıl kutlamaya devam etmiş. Diğerleri de onları ‘Nisan Balığı’ diye alaya almış.”
Bir an durdu, gözlerini uzaklara dikti: “Aslında bu gülme hali, kimin doğruyu bildiğiyle, kimin bilmediğini ti’ye almakla başlamış.”
Nisa, düşünceli bir ifadeyle başını salladı. “Yani bir yanlış anlaşılmadan doğmuş. Tıpkı çoğu şaka gibi.” Musa, Nisa’ya dönüp ciddi bir ifadeyle konuştu: “Ama bilirsin ki, şaka her zaman neşeyle karşılanmaz. Şaka, ince bir ip üzerindeki dengedir. Anlayanıyla güldürür, anlayamayanıyla kırar.”
Sonra sustu. Çünkü şakacı insanların asıl meziyeti konuşmaktan çok gözlemlemektir. Onlar, insanın zaaflarını incelikle fark eder, mizahı bir kalkan değil, bir köprü olarak kullanırlar. Psikologların dediği gibi; zeki, empati yeteneği yüksek, sınırları bilen insanlardır. Sosyologlara göre ise şakacı kişiler, toplumsal gerilimi yumuşatan, zor zamanlarda toplumu bir arada tutan gizli kahramanlardır. Şakanın doğasında; zekâ, duyarlılık ve zamanı kollama sanatı vardır.
Gün ilerledikçe Nisa ve Musa şehrin sokaklarına karıştı. Baharın coşkusu caddelere taşmıştı. Caddelerin köşelerinde satıcılar birbirleriyle şakalaşırken diğer taraftan müşteri çekmeye çalışıyor; çocuklar kaldırımlarda seksek oynuyordu. Ağaçların dallarında açan çiçekler, rüzgârla birlikte dans ediyor, insanlar fark etmeden doğanın bu oyununa dâhil oluyordu.
Nisa kendi kendine düşündü: “Şehir dediğin de bir tiyatro sahnesi gibi. İnsanlar rollerini oynuyor, sokaklar, duvarlar, çiçekler sessiz seyirciler…”
Tam o sırada, Musa’nın dalgın bakışlarını fırsat bilerek küçük bir paket uzattı. “Bu senin için,” dedi.
Musa kaşlarını çatarak paketi açtı. Sonra “ıhbala” dedi ve içinden çıkan notu açtı: “Bazen her şey göründüğü gibi değildir. Bir şakadan daha fazlasını bekle.”
Musa, kahkaha attı. “Nisa, ne kadar ilginç bir şaka! Beni yine ters köşe yaptın.”
Nisa, göz kırparak cevapladı: “Taşının gücünü hafife alma.”
Gün batımına doğru, parkın aynı köşesinde yeniden oturdular. Şehir, alacakaranlığın gölgesine çekilmişti. İnsanların kahkahaları, çocukların sesleri, uzaktan gelen simitçi bağırışları, sanki gün boyu yapılan tüm şakaların ritmi olmuştu.
Nisa, gözlerini etraftaki insanlara dikerek mırıldandı: “Şaka, insanlar arasında görünmeyen bir köprüdür. Kimi zaman bir gülüşle başlar, kimi zaman bir kelimeyle. Ama sonunda hep aynı yere çıkar; bizi birbirimize yaklaştırır.”
O gece, sokak lambalarının altında yankılanan kahkahalar, Nisa ve Musa’nın zihninde uzun süre silinmedi. Çünkü her şaka, bir gülüşten çok daha fazlasıydı; bir dostluk, bir anlayış, bir insanlık hâliydi.
Nisa hafifçe eğildi, sesi alçaldı: “Sana bir sır vereyim mi? Bugün, gülmekten daha kıymetli bir an yaşadım; hayat, en güzel mizahı beklenmedik anlarda sunar.”
Unutmayalım ki en beklenmedik anlar bazen en güzel gülümsemeleri getirir. 1 Nisan 2025
GÜREL SÜRÜCÜ
Bu 1 Nisan şakasını,ayni gun ve zamanda gayri ihtiyari,bu hikayenin p,ini yaşayarak tecrübe eden birisi olarak kalemine,yuregine sağlık. Yazarın okuyucuyla bulusmasida bu olsa gerek. Hayatın önemi,anlamlı olmasınin bir realitesi ortak paydalarla buluşarak,mutluluğu paylaşmaktır.