Bendeniz de İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif'in annesi Şerife Hanım'ın Tokatlı oluşu ( son yıllarda sanal ortamlarda Akif'in annesinin Amasya'da, Samsun'da doğduğu bilgileri paylaşılmaya başlandı), Çanakkale Şehitleri Şiirini nasıl yazdığını ve Milli Mücadeleye nasıl katıldığı konusunda öğrencileri bilgilendirmeye çalıştım. Öyle ki daha önceki yıllarda Erbaa'ya -bir liseye- konuşmacı olarak Tokat'tan davet edilen bir eğitimciye bir öğrencinin sorduğu: “Hocam. Mehmet Akif, 'Çanakkale Şehitlerine Şiiri''ni nerede yazmıştır?” sorusuna konuşmacının ”Tabi ki Çanakkale'de yazmıştır “ şeklindeki yanlış cevabı bizlere kadar uzanmış, çok üzülmüştük. Bu nedenle bu konuların belgeleriyle birlikte aydınlatılması gerekiyordu. Türk gençliğinin milli ve manevi değerleri kazanmasında büyük payı olan Bayrak Şairi Arif Nihat Asya'nın babası Ali Ziver Efendi'nin Tokatlı olduğunu, Hz. Mevlâna'nın “Tokat'a gitmek gerek orada havalar ılık, İnsanlar mutedil” sözlerindeki derinliğin bilinmesi lazımdı. Biz de öyle yaptık konuşmalarınızı belgelere dayandırdık. Mehmet Akif Ersoy'un yakın arkadaşlarından Eşref Edip'in hatıralarından 'Çanakkale Şehitlerine' şiirinin nasıl yazıldığını kısaca aktaralım:
“ Birinci Dünya Savaşı'nın felâket dolu günleridir. Çanakkale muharebeleri de bütün şiddetiyle devam etmektedir. Harbiye Nazırı Enver Paşa, Teşkîlât-ı Mahsûsa başkanı Eşref Sencer Kuşçubaşı'na bir telgraf çeker ve birliğini alıp en kısa sürede Cidde'ye ulaşmasını emreder. Motorlu araçların olmadığı, ağırlıkların at ve develerle çekildiği bu çöl ortamında hemen her şey çok meşakkatlidir. 126 kişiden oluşan bu toplulukta bulunanlardan biri de Akif'tir ve yolculuk yaklaşık olarak iki ay sürer.
Kuşçubaşı, Akif'in de bulunduğu kafilenin çöldeki yolculuğunu şöyle tasvir eder:
“… Cidde'ye gidebilmek için çok uzun ve tehlikeli bir çölden geçmek gerekiyordu. Günlerce gittik. Elimde pusula olduğu halde yolu kaybettik. Çölde sık sık fırtınalar oluyordu, kum tepeleri yer değiştiriyordu. Suyumuz, erzakımız tükenmişti. Bu uçsuz bucaksız çöl ortasında bize kim yardım edebilirdi? Arkadaşların maneviyatı sıfıra düşmüştü. İçimizde ölenler, çıldıranlar oldu. Ne yapacağımızı şaşırmıştık. İçimizde şaşırmayan, yılmayan, sarsılmayan yalnız Rahmetli Akif'ti. Sağa sola koşuyor, hastalarla ilgileniyor, çıldıranları develerin sırtına bağlıyor, ölenlerin cesetlerini atlara yüklüyor, hep âyetler, hadisler okuyarak bize güç ve ümit vermeye çalışıyordu.”
“… Su görünür görünmez bir çığlık koptu. Ve deli gibi bir koşuşturma… Akif onları sabra, itidale çağırıyor ama kimseye sesini duyuramıyordu. Bağırmalar… Kişnemeler.. Böğürmeler.. İnsanlar, hayvanlar birbirine karışmıştı. Yine de O büyük Akif elinden geldiğince o zavallılara yardım etmeye çalışıyordu. Bir müddet sonra herkesin aklı başına gelmiş, ümitsizlik yerini yaşama sevincine bırakmıştı. Herkes birbiriyle kucaklaşıyor, yüksek sesle şükredenler, secdeye kapananlar oluyordu. Neden sonra Akif kendini hatırlayabildi de su içti.”
Necid çöllerinde günlerce devam eden bu meşakkatli yolculuktan sonra El-Muazzam istasyonuna varan kafile artık rahatlamıştır. Teşkilat-ı Mahsusa reisi Eşref Bey,hemen Başkumandan ve Harbiye Nazırı Enver Paşa'yı arar. Şam-Halep-Medine telgraf hattı açılınca Enver Paşa ile şifreli bir konuşma gerçekleştirir. Reseptörün bir taraftan aldığı, bir taraftan çözdüğü bu telgraf metni gözleri yaşartır. Çünkü Enver Paşa Çanakkale'de kazanılan büyük zaferi müjdelemektedir.
Eşref Bey bu müjdeyi kendisine defalarca Çanakkale savaşının serencamını soran Akif'e ulaştırmak için sabırsızlanır. Çünkü Akif, Eşref Bey'e yolculuk esnasında sürekli şu soruyu sormuştur:
“Eşref Beyefendi… Ne dersiniz? İngilizlerle Fransızlar Çanakkale'yi aşabilirler mi? Askerlik ilmine asla aklım ermiyor. Hissim ve imanım, bu Türk kalesinin aşılamayacağını söylüyor ama karşımızdaki düşmanın kuvveti de müthiş. Siz ne dersiniz?”
Akif'in sorusuna Eşref Bey'in verdiği cevap teskin edicidir, ümit doludur:
“Üzülmeyin Üstâd!... Sizin bu kadar samimiyet ve ihlâs ile bağlı olduğunuz millî şehâmet, payitahtı düşmandan muhafaza edecektir. Bu milletin tarihinde, mantığı durdurmuş olan az mı destan vardır.”
Eşref Bey'in verdiği cevaba Akif'in eklediği şu söz onun konuya bakışını özetler: “İstanbul'un fethi, bir ilâhî tebşirin neticesi idi. İstanbul Türk'ün kalacaktır.”
Eşref Bey'in amacı müjdeyi bir an önce Akif'e ulaştırmaktır ve öyle yapar:
“Üstâd… Aziz Üstâd… Size hayatımın en büyük müjdesini vereceğim. Bana bu saadeti bahşeden Cenâb-ı Hakk'a nasıl şükredeceğimi bilemiyorum. Çanakkale'de muhteşem bir zafer kazandık. Sizin duanız makbul oldu. Düşman, o muazzam donanmasını da beraberince alarak, mağlup ve mahkur Boğaz'ı terk etti. İstanbul kurtuldu, vatanın şeref ve haysiyeti halas oldu.”
Eşref Bey bu müjde karşısında donup kalan Akif'i ikna etmek için söylediklerini teyit eder ve “Müjdeyi bizzat Enver Paşa'dan aldım” der.
O ana kadar, heykelleşmiş bir şekilde duran Akif birden coşar, dostunun boynuna atılır. Koca Akif, Eşref Bey'in omzunda masum bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla ağlar. Bu büyük müjdenin akşamında Akif'in gözüne uyku girmez ve Allah'a Çanakkale Destanı'nı yazmadan canını almaması için dua eder/yalvarır:
“Yarabbi!... Bana bu destanı, bir âciz kulunun ifadesinin azamisi içinde yâd edebilmenin saadet ve imkânını bahşet. Bu ulvî vazifeyi bana nasip et, sonra emanetini al, Yarabbi!…”
İşte Çanakkale Şehitlerine şiirinin kısaca yazılış hikâyesi budur.
…
Çanakkale Deniz Zaferi'nin 107.yılı münasebetiyle düzenlenen bu güzel etkinliğin asıl kahramanları biz değil onları bu anlamlı güne hazırlayan okul yöneticileri, öğretmenleri ve öğrencileri idi. ”Hey Onbeşli Türküsü ”nü yorumlayan Zehra Yurtalan ',Oğul Şiir'ini sunan Sinem Nur Demir ve' Çanakkale Türküsü 'nü yanık sesiyle yüreklerimize gönderen ve bizleri ağlatan Rabia Çetin ne kadar güzel hazırlanmışlardı.
Program içinde ve bitiminde bazı sürprizlerle karşılaştık.21 Aralık 2015 'de Bitlis'te vatan hainlerince şehit edilen Niksar Endüstri Meslek Lisesi'nden öğrencimiz Astsubay Samet Pişkin için yazdığım şiiri Zeynep Nişancı seslendirdi.
Hediye olarak da –yukarıda da belirttiğim üzere sürpriz- Necati Güneş Hocamızın “Diyorlar Bize “ şiirinin bir dörtlüğü ile şahsımın bir Akrostiş şiiri El Sanatları Öğretmeni Vasile Erdem'in rehberliğinde Yasemin Çetin adlı öğrenciye etamin üzerine işlettirilmişti. Ne kadar ince düşünülerek hazırlanmıştı bu hediyeler ne kadar teşekkür etsek azdır. Elbette salonlarımızın en güzel yerine asacağız bu nadide hatıraları.
Erbaa bu güzel günün hareketliliği etkinlikten sonra da devam etti. Salgın hastalık yüzünden gidip saha araştırması yapamadığımız İstiklal Savaşı sırasında bölgede zulmeden Herizdağı Rum eşkıyaları tarafından 25 Ocak 1922' de Taşova'nın Yolaçan Köyünde şehit edilen Niksarlı Nalbant oğlu Mustafa çalışmamızı noktaladık Bu önemli koordineyi Matematik Öğretmeni Mustafa Şen Bey sağladı. Köyün yaşlılarından 'Efendim sensin “ hitaplarıyla mest olduğumuz Mustafa Gürel Ağabey bizi hem bilgileriyle hem de Mustafa Şen, Hulusi Durupunar ve Aşkın Yılmaz hocamdan oluşan ekibimize gösterdiği misafirperverliği ile memnun etti.
İnşallah bu konudaki araştırmamızı da yakında yayınlamaya gayret edeceğiz.
Her şey çok güzeldi. Aşkın Yılmaz'ın öğretmenleri olarak onun öğrencileriyle Erbaa'da böylesi önemli bir günde buluşmak güzeldi.
Ve sonsuz teşekkürler bizleri hazırladıkları o anlamlı etkinliklerine davet edip, en güzel şekilde ağırlayan başta Okul Müdürü Nusret Say olmak üzere; tanışmakla çok mutlu olduğum Araştırmacı-eğitimci, Müdür Yardımcısı Hulusi Durupınar, Müzik Öğretmeni Mert Kılınç, Matematik Öğretmeni Mustafa Şen, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Oğuz Kanat, Coğrafya Öğretmenin Nuri Çat, El sanatları Öğretmeni Vasile Erdem
Teşekkürler… Bizleri tatlı dilleri ve güler yüzleri ile karşılayan öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz ve diğer değerlerimiz.
Teşekkürler… Programa anlamına uygun bir şekilde hazırlanarak sanatları , sesleri ve sözleri ile değer katıp renklendiren öğrencilerimiz Yasemin Çetin, Sinem Nur Demir, Zeynep Nişancı, Rabia Meşe,
Bin selam olsun güzel Erbaa'ya…