Hekimoğlu derler benim aslıma
Aynalı martin yaptırdım da narinim kendi neslime
Hekimoğlu İbrahim taştan bakıyor
Elindeki martini de narinim canlar yakıyor
Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu dediğin de narinim aslan yürekli
…………………..
Yüzyılı aşarak, dilden dile dolaşan Karadeniz yöresinde apayrı bir yeri olan Hekimoğlu türküsünü bilmeyenimiz yoktur. Bu türkü söylenince tabii olarak ilk olarak Fatsa, Ünye, İskefsir ve Ordu akla gelir. Halbuki yıllarca devletle, sevdiği kızın babası Gürcü Sefer Ağa, sevdiği kızın beşik kertmesi nişanlısı Seyyid ve onun gibi düşünenlerle mücadele eden Hekimoğlu, eşkıyalığının önemli bir bölümünü de İskefsir, Niksar yöresinde geçirmiştir. Özellikle Çamiçi yayla köylerinin ve Reşadiyeli ihtiyarların pek çoğu hatıralarında Hekimoğlu'na yer vermişlerdir. Hatta o, pişman olduğu, sıkışıp af dilemeye karar verdiğinde yakın bir adamı vasıtasıyla Niksar Kaymakamlığı'na dilekçe ile müracaat etmiştir. Biz Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nden temin ettiğimiz belgelerler, aile ile görüşmeler, bu konuda yayınlanan eserlerle diğer yazılı ve sözlü kaynaklara dayanarak Hekimoğlu'nun kısaca hayatına değineceğiz.
TÜRKÜNÜN DERLENMESİ
Hekimoğlu türküsünü, büyük folklor araştırmacısı, Muzaffer Sarısözen ve ekip arkadaşları -Halil Bedii Yönetken ve Teknisyen Rıza Yetişen- yedinci derleme gezisine çıktıkları 20 Temmuz 1947'de Fatsa'da Şükrü Şenses adındaki kaynak kişiden, 28 Temmuz 1947'de de Reşadiye'de Hasan Ünal'dan derlemişlerdir. Türk Halk Müziği Sanatçısı Ümit Tokcan ise bu türküyü çargâh makamında besteleyerek TRT müzik arşivimize 110 numaralı repertuar numarasıyla kazandırmıştır.
NİKSAR VE HEKİMOĞLU
Hekimoğlu'nun Niksar'la bağlantılarını ilk kez “Millî Mücadele Yıllarında Niksar” kitabını hazırlarken “Savaş yıllarındaki Niksar'daki çeteler” konusu ile ilgili araştırma ekip arkadaşlarım Belediye Yazı İşleri Müjdat Özbay ve Tarih Öğretmeni M. Necati Güneş'le birlikte 1996 Ekim ayında gittiğimiz Arpaören köyündeki Ali Rıza Ağcayazı'dan (1926-1998) duymuştum. Çünkü onun babası da zamanın çetelerinden ve İzmir'in kurtuluşunda Arap atıyla şehre giren ilk süvarilerden Kara İzzet Ağa idi. Dolayısıyla o günleri babasından dinlemiş, hafızasına iyi not etmişti. İkinci kez de Atatürk Üniversitesi'nde okuyan, tez olarak Niksar'daki yaşanmış olayları, hikâyelerini ve türkülerini alarak (Palöçöğün Şakir'in Türküsü) çalışma yapan öğrencim Pınar Ağca ile 2005 Şubat'ında gittiğimiz, Cedit Mahallesi Muhtarı, adı geçen türküdeki kişinin torunu, Şakir Pişkin' in evinde ihtiyarlardan öğrenmiştim. Onların anlattıklarına göre: Çamiçi çetelerinin başı Çamiçli Coruk Veli ile Karadeniz çetelerinin başı olan Hekimoğlu İbrahim'in arası çok iyi değildir. Aralarında kıskançlıktan kaynaklanan ve gittikçe tırmanan bir gerginlik vardır. Bu çeteleşme hareketinin içinde Çarşambalı Kadı Hasan'ın oğlu ve Şakir Ağa'nın kayınpederi Ali Bey de vardır. Bir yandan devlet işlerini sürdürürken diğer yandan da çetelerle uğraşmak zorunda kalan Niksar Kaymakamı bu husumetin bitmesini, tarafların birbiriyle barışmalarını istemektedir.
Her iki tarafı buluşturmak için Ali Bey'in Erikli Yaylası'ndaki yerinde bir davet verilir. Bu yemeğe davet edilen çete reisleri ve arkadaşları eksiksiz katılırlar. Önce Niksar Kaymakamı konuşur: “Her iki tarafın boşuna birbirlerine düşmanlık beslediğini, bugünden itibaren bunun kalkmasının faydalı olacağını” söyler. Sonra sırasıyla Coruk Veli, Hekimoğlu İbrahim ve Palöçöğün Şakir konuşarak aralarında anlaşıp barışırlar. Ancak Palöçöğün Şakir'in “Veli Ağa ve diğerleri bu yemekte iken hiçbir husumetim olamaz ama buradan ayrıldıktan sonra doğrusu onlara çok fazla (Hekimoğlu İbrahim'i kastederek) güvenemediklerini” söylemesi biraz hoşnutsuzluk yaratırsa da herkes bu yemekten memnun ayrılır. Bu sözlerde biraz da bir üstünlük yarışı ve kıskançlığın olduğunu söyleyebiliriz.
1999 yılında Başçiftlik kasabasında meşhur Zurnacı Çakır Ustanın oğlu Ali'den ve İstanbul'da ikamet eden Hasan Usta'dan da bu konularla ilgili bilgi almıştım.
Bu alanda diğer bir çalışma da Atalay Karahan tarafından Yeşil Niksar Gazetesi'nin 16 Ağustos 2005 tarihli sayısında yayınlanan “Hekimoğlu İbrahim” yazısıdır. O da yazısında kısaca Hekimoğlu'nun ticari ilişkilerde bulunmak için Niksar'a gelip gittiğini belirtiyor, kendi arşivinde Hekimoğlu'nun vurulduğuna dair bir fotoğrafın bulunduğunu belirtiyordu.
(O fotoğraf Fatsa'da bulunan bir Rum vatandaşı tarafından çekilen daha sonra Amerika'ya yerleşen bir mühendis tarafından çekilen fotoğraftır) Bazı araştırmacılar fotoğrafın arkasındaki tarihin 1910 yılı olduğu, Hekimoğlu'nun vurulduğu tarihin ise 1913 yılı olduğu hesabıyla bu fotoğrafa hâlâ ihtiyatlı yaklaşmaktadırlar.
HEKİMOĞLU İBRAHİM'İN HAYATI
Fatsa'nın Yassıtaş köyünde doğan Hekimoğlu İbrahim'in doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber; 1860 sonrası olarak anlatılanlara dayanılarak kayıtlanmaktadır. Evin tek erkek çocuğu olan İbrahim, küçük yaşta babasını kaybedince annesiyle birlikte yoksulluk içinde büyür. Zamanla uzun boylu, sarışın, yakışıklı bir delikanlı olan İbrahim dürüstlüğü ve yiğitliği ile çevresinde tanınır. Kuvveti ve silah atıcılığındaki ustalığı ile diğer arkadaşları arasında fark edilmekteydi.
Karadeniz'de lakaplar bir gelenek olduğundan İbrahim'e de dedesinden dolayı Hekimoğlu denilmekteydi. Adından ziyade o bu lakapla anılmıştır.
O yıllarda Korgan yöresinde Doksan üç (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) muhacirlerinden Sefer Ağa adında varlığı yerinde bir Gürcü Beyi yaşar. İbrahim de bu ağanın Karataş köyündeki değirmeninde çalışmaya başlar.
Onun boylu boslu Fadime adında (Bir kaynakta Anşa olarak geçmektedir.) narin, güzel bir kızı vardır. Kızı nice ağalar, beyler ister ama kız beşik kertmesi denilen bir adetle -nişanlısı olduğu şeklinde de anlatılan- Gürcü Beyi Seyyid'e sözlüdür. Fadime, bir gün babasını görmek üzere değirmene geldiğinde Sefer Ağa'yı bulamaz. Onun yerine İbrahim karşılar ve göz göze gelince aşk aynasında bulur kendini. Sevda bu ne ettirmez ki insana arar sıra gizlice buluşmaya başlarlar.
Seyyid Ağanın yeğeni Yusuf bir gün yine onları konuşurken yakalayınca işin boyutu değişir. İbrahim'i yaptığı bu davranışın yakışmadığını söyleyerek uyarır. Bununla da kalmayarak onları amcası Seyyid Ağa'ya ihbar eder. Gelişen bu olumsuz durumlar üzerine Sefer Ağa kızını evde, bir odaya hapseder. O zamanki geleneklere göre Gürcüler kendi soylarına kız verip alırlar. İbrahim'in ne haddinedir bir ağa kızıyla evlenebilmek?
İbrahim de Fadime'ye bir zarar gelmesin diye değirmendeki işinden ayrılıp Yassıtaş'taki evine kapanır. Yassıtaş köyü ile Karataş köyü arasında alışverişler kesilip, soğuk rüzgârlar esmeye başlar. Köy muhtarı bu sıkıntıyı gidermek için İbrahim'e başvurup senin Gürcü delikanlılarla aran iyidir diyerek Seyyid Ağa ile görüşmesini talep eder ama İbrahim ihtiyatlı davranarak bu işi kabul etmez.
DÖNÜŞÜ OLMAYAN BİR OLAY VE DAĞLARI MESKEN TUTMASI
Haber salınır tezden İbrahim'e arkadaşlarından ve ağanın adamlarından Hasan vasıtasıyla” Seyyid Ağa sana bağ evinde ziyafet verecek, teke tek buluşalım, görüşelim.” Mesajı iletilir. İbrahim akıllı delikanlıdır. Silahını kuşanır denilen yere arkadaşlarına “domuz avına gidiyorum “diyerek evden ayrılır. Ama Seyyid Ağa'nın niyeti bellidir, düşmanlık içerisindedir. Altı silahlı adamıyla İbrahim'e tuzak kurmuştur büyük bir yaylım ateşi açarlar. İbrahim çatışmada kendisine silah çekmeye kalkışan Yusuf'u öldürür ve bu ateş çemberini güçlükle yararak canını kurtarır. Artık onun için dönüşü olmayan bir savaş başlamıştır. Teslim olsa hapishanelerde ya çürüyecek ya da Seyyid Ağa'nın adamları tarafından orada suikasta kurban edilecektir. İbrahim teslim olmaktansa dağları seçer.
Yusuf'un cenazesi köye getirilir, çevre köylerdeki Gürcüler matem havasına girerler. Sefer Ağa ertesi günü Fatsa'daki Zaptiye Karakolu'na durumu bildirir. Şikâyet üzerine Yassıtaş köyüne giden zaptiye çavuşu Hekimoğlu ailesinin evlerinin gece yarısı atlı silahlı kişilerce alt üst edilip camlarının kırıldığını muhtardan öğrenir.
Olaydan sonra birkaç gün ormanlarda saklanan ve yakın köylerden yiyecek tedarik eden İbrahim gizlice Kumru'ya giderek arkadaşı Hüseyin ile görüşerek kendi köyüne ulaşıp annesine sağ olduğunu bildirmesini ister. Yassıtaş köyüne giden Hüseyin hem annesiyle hem de muhtarla görüşerek gerekli bilgileri verir. Muhtar bu görüşmede İbrahim'in yeğenleri Büyük ve Küçük Mehmet'in ormanda odun keserken Gürcüler tarafından silahlı baskına uğradıklarını bu yüzden köyü terk edeceklerini de anlatır.
İLK ÇETENİN KURULMASI
İbrahim'in en yakın arkadaşlarından olan Gedik Halil de bu olaydan çok etkilenip işini bırakıp ona yardım etmeyi planlamıştır. Hüseyin gece karanlığında silahlanan bu üç kişiyle Kumru'nun yolunu tutar. Hüseyin'in kulübesinde buluşan bu kişiler uzun uzadıya planlar yaparak ertesi günü çete olarak Niksar'a doğru yola çıkarlar. Burada da birtakım çeteler vardır kendilerine yardımcı olabilecek. İlk zamanlar birkaç baskın ve dağa adam kaldırarak para sıkıntısından kurtulurlar.
Bir yıl sonra da çetesini on bir kişiye ulaştırır. Tokat, Niksar, Reşadiye, Akkuş, Ünye, Zile ile Karadeniz kıyıları geniş ormanlıklarda at koşturarak Hekimoğlu adıyla Karadeniz'de ünlenerek dilden dile dolaşır. Bundan sonra çevresindeki nüfuzunun da etkisiyle Sefer Ağa ve Seyyid'in yanında devlet güçleri, Hekimoğlu'nun yanında da halk vardır. Kumru, Korgan, Fatsa, Ünye, Niksar, Perşembe, İskefsir, Kümbet, Karagöl, Çambaşı, Akkuş yaylaları onun evi ocağı olacaktır.
Hekimoğlu yörede ırza, namusa çok düşkün, ahlaklı bir kimse olarak tanınır. Özellikle bu maceralı hayatında zenginden alıp fakire dağıtması, yoksul halkla dostluk kurması şöhretini daha da artırır. Bu yüzden halk kendine kucak açar, barınmasını sağlar ve onu kolay kolay ele vermez.